Uzun yıllardır özellikle uluslararası platformda birçok tıkanıklıklara yol açan Kıbrıs Sorunu, bugünlerde farklı bir sorunla karşımızda: Avrupa’nın 100 yıllık enerji ihtiyacını karşılayacak rezervde olduğu iddia edilen ‘Akdeniz Petrol ve Doğalgaz Yatakları.’ Dünyanın her geçen gün petrole ve doğalgaza olan bağımlılığının bu kadar artmasının yanı sıra devletlerin varlık nedeni olarak gösterebileceğimiz egemenlik kavramı, geçtiğimiz Eylül ayından itibaren Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ile aramızda tırmanan gerginliğin en temel gerekçesi oldu. Egemenlik olgusunun sadece toprakla sınırlı değerlendirilmediği günümüzde, bu iradenin topraklar ve hava sahası üzerinde olduğu kadar denizlerde de söz konusu olduğunu belirtmemiz gerekir.

İşte tam da bu noktada Akdeniz üzerindeki haklar bakımından çıkar çatışması yaşadığımız Kıbrıs Rum Yönetimi ile aramızda gerginlik çıkmış, hatta bir kısım siyasiler ve devlet adamlarınca da bu durum bir savaş nedeni sayılmıştır.

Sorunun Nedeni

Yaşanan bu gerginliğin temel nedeni Yunanistan ile Rumların anlaşarak tek taraflı ilan ettiği ekonomik münhasır alandan kaynaklanmaktadır. Nitekim Kıbrıs Rum Yönetimi, KKTC’yi ve Türkiye’yi yok sayarak Akdeniz’i paylaşmaya ve parselleşmeye girişmiş ve bu paylaşma girişimlerini de BM’nin 1982 yılında imzaya açtığı ve 1994 yılında yeterli sayıda imza toplayarak onayladığı Uluslararası Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne dayandırmıştır. Türkiye bu sözleşmeyi Yunanistan’a Ege adalarında karasularını 12 mile çıkarma hakkı vermesi nedeniyle imzalamamış ve Yunanistan’ın bu anlaşmaya dayanarak adım atmasını da savaş nedeni (casus belli) kabul etmiştir.

Ortaya çıkan ve sorunun esas kaynağı olarak gösterebileceğimiz Ekonomik Münhasır Alan konusu da bu sözleşmeye dayanıyor. Sözleşmeye göre, münhasır ekonomik bölge olarak; herhangi bir ülke deniz sınırlarından 200 mil uzaklığına kadar olan bölgeyi egemenlik alanı sayarak deniz altındaki doğal zenginlikleri kendi malı ilan edebiliyor.Türkiye’nin Akdeniz’deki haklarının ihlal edilerek önünün kapatılması sonucunu doğuran Münhasır Ekonomik Bölge (MEB), aynı zamanda kıta sahanlığı alanının aksine hem su tabakasını hem de deniz tabanındaki canlı ve cansız kaynakları içerir. Bu alandaki canlı ve cansız kaynaklar o ülkenin egemenliği altındadır. Örneğin, bu bölgede petrol ve doğalgaz gibi doğal kaynak arama ve işletme hakkı sadece kıyı devletine aittir. Yine, izinsiz hiçbir şekilde canlı kaynakların araması ve işletmesi yapılamaz. Meseleye aslında sadece petrol ve doğalgaz sorunu olarak bakmak da bu nedenle çok sınırlı bir bakış açısıdır. Öyle ki, Akdeniz’in derinliklerde yoğun olarak bulunduğu bilinen binlerce ton kırmızı karides stokları Akdeniz’in zenginliklerinden en bilinenidir. Orkinos, Tulina ve Tombik gibi canlı türlerini de bunlara ekleyebiliriz.

 

Akdeniz’de Antalya Körfezi ile Sınırlanıyoruz

Yunanistan ile Rumlar arasında imzalanan anlaşmanın Türkiye’nin Akdeniz’deki kıta sahanlığı alanlarına tecavüz anlamına geldiğini ve BM nezdinde de durumun kayda geçirildiğini ifade eden yetkililer, Türkiye’nin Kıbrıs meselesinin varlığına dikkati çekerek Kıbrıs meselesine çözüm bulunmadan Rumların bir anlaşma yapmaması gerektiğini bildirdiler.

Bu kapsamda Rum Yönetiminin Yunanistan’la yapmış olduğu sözleşmeye dayanarak, tek taraflı bir biçimde Türkiye ile KKTC’yi göz önüne almadan Münhasır Ekonomik bölgesini ilan edip parsellere ayırması ve petrol-doğalgaz arama ruhsatı verme yetkisini inhisarında tutması kabul edilemez görülüyor. Aynı zamanda Rum Yönetiminin tek taraflı olarak çizmiş olduğu münhasır ekonomik bölge haritası ile Türkiye’yi Doğu Akdeniz’de Antalya Körfezi açıklarında dar bir deniz alanına mahkûm edebilecek nitelikte olması da hukuken açıklanamaz bir durum şeklinde yorumlanmalıdır.

 

Türk Tarafının Tutumu

Türkiye’nin soruna bakış açısı ise kıyıdaş ülkelerin ekonomik münhasır alan konusunda anlaşması gerektiği ve tek yanlı bir şekilde paylaşım yapılmasının uluslararası sözleşmeye ve hukuka aykırılık teşkil edeceği yönündedir. Türkiye ve KKTC tarafı, Kıbrıs Rum Yönetiminin parsel konusuna ise itiraz etmiyor. Türk tarafının savunduğu tez, yukarıda da söylendiği üzere Ada’da çözüm olmadan Rumlar doğal kaynakları tek başına çıkaramayacağı ve buradan kazanç elde edemeyeceği temeline dayanıyor.

Piri Reis Gemisi

Türk yetkililer, Kıbrıs’ın güneyinde Türkiye’nin kıta sahanlığı talebi bulunmadığını belirterek bölgeye gönderilen Piri Reis’in faaliyetlerinin Kıbrıs Türklerinin haklarının korunmasına yönelik çalışmalar olduğunu bildirmişlerdir. Piri Reis’in KKTC adına, Ada’nın etrafında petrol ve doğalgaz aradığını belirten yetkililer, bu çerçevede KKTC Bakanlar Kurulunun TPAO’ya ruhsatlar verdiğini ve bu ruhsatların kuzeyle sınırlı kalmadığını, Ada’nın güneyinde de sismik çalışmalar için izin verdiğini kaydetmiş durumdalar.

           

Doğu Akdeniz Doğalgazı Yüzlerce Milyar Dolar Değerinde

Yapılan arama faaliyetleri sonucunda; Kıbrıs Rum Kesimi, kendisine ait olduğunu ilan ettiği “Münhasır Ekonomik Bölgesi” (MEB) içerisindeki 12. parselde Afrodit platformu ismini verdiği platformda yaptığı sondaj çalışmaları sonunda bölgede yaklaşık 200 milyar metreküp doğalgaz bulunduğunu açıkladı. Söz konusu doğalgazın ekonomik değerinin 60 milyar dolar olduğu ve bu miktarın Türkiye’nin 5 yıllık ihtiyacına denk düştüğü biliniyor. Ayrıca İsrail’in Doğu Akdeniz’de yaptığı sondajlar bölgede yüzlerce milyar dolarlık doğalgaz rezervi olduğunu ortaya koymuş durumda. Tahminler Kıbrıs, İsrail ve Mısır arasındaki bölgede trilyonlarca metreküp doğalgaz bulunduğu yönünde yoğunlaşıyor. Hal böyle olunca meselenin önemini kavramak hiç de zor değil.

Rum yönetimi Türkiye’nin savaş tehditleri karşısında konjonktürel durumdan da yararlanarak bu hukuksuzluğa ve ekonomik değeri çok fazla olan doğalgaza oldukça sıkı şekilde sarılmış durumda. Türkiye sorununu yanına Yunanistan’ı, İsrail’i, AB’yi ve dünyanın oldukça etkili lobileri olan Yahudi, Rum ve Ermeni lobilerinin baskısıyla ABD’yi de yanına alarak aşmaya çalışmaktadır.

104 Bin Kilometrekarelik Gasp

Türkiye için Prof. Dr. Sertaç Hami Başeren tarafından çizilen ve toplam 145 bin kilometrekarelik bir alanı kapsayan münhasır ekonomik bölgenin de Yunanistan’ın son girişimleriyle tehlikeye girdiği belirtildi. Özellikle Yunanistan’ın Güney Kıbrıs ve Doğu Akdeniz’e diğer kıyıdaş devletlerle yatay hat esasına göre sınırlandırma anlaşması yapması durumunda Türkiye’nin münhasır ekonomik bölgesinin 41 bin kilometrekarelik Antalya Körfezi’yle sınırlanacağına dikkat çekildi. Uzmanlar, Türkiye’nin asgari 104 bin kilometrekarelik deniz yetki alanının Yunanistan ve diğer devletler tarafından iç edileceği tehlikesiyle karşı karşıya olduğuna işaret etti.

 

KKTC’nin Hakkını’da Gasp Ettiler

Rum yönetimi her ne kadar Ada’nın tamamı için çalışmalar yürüttüğünü belirtse de uzmanlar, Rum yönetiminin hiçbir anlaşmasından haberi olmayan KKTC’nin müstakil ve bağımsız bir devlet olarak kendi yetki alanlarına sahip olduğunun uluslararası kamuoyu ve ilgili kıyıdaş ülkeler nezdinde somut olarak ifade edilmesi gerektiğini vurguluyor. KKTC’nin Türkiye, Suriye, Lübnan, İsrail ve Mısır’la deniz yetki alanı sınırlandırmasına esas olan karşılıklı kıyılarının bulunduğunu belirten uzmanlar, Rum Yönetimi’nin ilan ettiği 3 ve 13 numaralı parsellerin tümü ile 2, 9 ve şuanda sondaj faaliyetlerini sürdürdüğü 12 numaralı parsellerin bir kısmında KKTC’nin doğrudan hakları bulunduğu kaydederek, KKCT ‘nin deniz yetki alanlarının Rumlar tarafından hukuka aykırı olarak gasp edildiğini dile getiriyor.

 

Türkiye Bundan Sonra Ne Yapmalı?

Uzmanlar Rum Yönetimi tarafından ilan edilen 13 bölgeden 5’inin Türkiye’nin hakkı olduğuna işaret ediyor. Daha fazla zaman kaybetmeden kıyıdaş ülkelerle MEB anlaşmaları imzalanmalı. Uluslararası Deniz Hukuku çerçevesinde Kıbrıs Rum yönetiminin tek taraflı ilan ettiği MEB kabul edilmeyerek, Deniz yetki alanları sınırlandırmasının, devletlerin ilgili kıyı uzunluklarının orantısına göre adaların ana kıtaların önünü kapatmayacak şekilde ve ters yönde olup olmamaları dikkate alınarak yapılması gerektiği yasal platforma taşınmalı.

Ayrıca Deniz Hukuku kapsamında bu durum Türkiye’nin Kıbrıs Adası’nın güneyinde hak ve menfaatlerinin bulunduğunu ortaya koyarken, Türkiye’nin Mısır, Suriye ve KKTC’nin yanı sıra Libya, İsrail hatta Lübnan ile de kıyıdaş devlet olarak anlaşma imzalayabileceğini gösteriyor. Türkiye’nin söz konusu kıyıdaş ülkelerin Güney Kıbrıs ile imzaladıkları anlaşmalarda kaybettiklerini tekrar alabileceği vurgulanıyor.

Akdeniz’de dengeleri değiştirecek nitelikte olan bu sorunda, çözümü hukuk platformunda arayarak hiçbir şekilde silahlı kuvvetler çözüm yöntemi ve yolu olmamalıdır. Bu kapsamda yazımıza bir söz ile son verelim:

 M.Ö. 5. Yüzyılda Çin’de yaşayan ve Strateji’nin “dedesi” olarak kabul edilen Sun Tzu’ya göre de, 19. Yüzyılın ikinci yarısında yaşayan ve stratejinin “babası” olarak bilinen Alman Clausewitz’e göre de en değerli galibiyet “Savaşmadan” (mermi dahi atmadan) alınan galibiyettir. Bu kapsamda savaş tamtamları çalmak yerine daha gerçekçi bir yöntem olan akılcı bir siyaset ve hukuk ile bu işin halledilmesi gerektiği kanaatini taşıyoruz.

 

Av. Mehmet Harun ELÇİ